Baştan söyleyeyim de, sitem etmeyin sonra…
Önce çayınızı, kahvenizi ya da sıcaktan da sıcak havalardan mütevellit soğuk içeceğinizi alın bu yazıyı okumaya başlamadan önce.
Çünkü filmi birazcık geriye sarmamız gerekiyor başlarken…
“Gelin ata binmiş ya nasip demiş” diye meşhur bir atasözümüz vardır.
Kesin sonuç alınıncaya kadar hiçbir işe oldubitti gözüyle bakmamayı ve işin sonuna varmadan her şeyin değişebileceğini anlatan bu söz, Türk siyasetinde son günlerdeki gelişmelere tam denk düşüyor…
Aslında işler Saray’ın istediği kıvamda gidiyor, CHP ılımlılık sınırında tutularak, yumuşatılıyordu.
Her şey Devlet Bahçeli’nin Sinan Ateş davasının “normalleşme” ikliminin bir parçası haline getirildiğini görmesi ya da kendileri açısından böyle bir tehlike sezmesiyle değişti…
Bahçeli, siyasi şantajın kralını yaparak, “Eğer biz normalleşmeye engelsek, AKP-CHP ittifak kursun” dedi. Tam da siyasetin ustası Süleyman Demirel’in şu dediğini yapıyordu: Siyasette nelerin mümkün olduğunu görmek için nelerin mümkün olmadığına bakmak lazım…
Mümkün olmayan şey, AKP-CHP ittifakıydı.
Çünkü tavanlar kabul etse bile iki partinin de tabanı fena halde kaynardı bu durumda.
Böyle bir ittifak zaten oyları eriyen ve İslamcı-muhafazakar oylarını da Yeniden Refah Partisi ile paylaşmak durumunda kalan AKP için, Yeniden Refah’a daha fazla oy kaptırmak demekti.
CHP’de de durum farklı olmayacaktı.
AKP ile ittifaka girmesi, CHP’nin hem kemik oylarında hem de aldığı AntiErdoğanizm oylarında ciddi bir kayba neden olacaktı. Bu da İYİ Parti’nin canlanması, Zafer Partisi’nin yükselişi demekti.
Hatta bu pastadan dilimlere talip olacak yeni bir parti bile doğabilir ve varlık oluşturabilirdi.
Ne AKP ne de CHP buna cesaret edemezdi.
Dahası, Saray iktidarı MHP’nin Meclis desteğini kaybetmeyi de göze alamazdı.
Üstelik Erdoğan MHP’nin yerine değil, MHP’nin yanına yeni anayasa süreci için geçici ortaklar arayışında iken…
Peki sonra ne oldu?
Önce Özgür Özel Bahçeli’ye, “Suç ortağını bize itme” yanıtını verdi.
Bu çıkış, Bahçeli’nin proaktif siyasi hamlesi karşısında ne hamle yapacağını düşünen Saray’ı MHP’ye itti.
Erdoğan, Bahçeli ve Özgür Özel’in çıkışları sonrasındaki ilk grup toplantısında Cumhur İttifakı’nın önemine ve kararlılığına vurgu yapıyor, “Normalleşmesi gereken muhalefettir” diyordu.
Oysa bu söz normalleşmenin cicim aylarında, henüz durumdan çok fazla rahatsız olmayan Devlet Bahçeli tarafından söylenmişti…
Erdoğan, Bahçeli’nin proaktif siyasetine karşılık reaktif siyasetle hamlede bulunmuş, Bahçeli’ye Bahçeli’nin sözleri ile cevap vermiş ve mealen “Rahat ol” demişti…
Sizin anlayacağınız Bahçeli mümkün olmayan şeyi, yani AKP’ye CHP ile ittifakı önererek MHP’ye doğru yaklaşan “Ateş”i uzaklaştırdı.
Cumhur İttifakı’nı türbülansa sokarak, AKP ve CHP’yi her ne kadar yerel seçim öncesindeki ölçüde olmasa da kavgaya tutuşturdu. Cumhur İttifakı’nı da kriz öncesi duruma geri taşıdı…
“Güncelleme” hep fiyatlara gelecek değil ya.
İşte tam da bu noktada Erdoğan yumuşatma siyasetini güncelledi. Bilmem kaç kişi farkında ama bir süredir normalleşme siyasetini düşük yoğunluklu bir ölçüde CHP’yi de MHP’yi de idare ederek sürdürme stratejisi izliyor Erdoğan. Ama yumuşatmada rotayı MHP’ye kırdığı da bir gerçek!
İktidarın MHP’yi yumuşatma hamlesini nereden mi anlıyoruz?
Siyaset satranç gibi siyah ve beyazdır. Her ikisinde de seçimler ve fedalar vardır.
Ankara’da bir süredir tam da böylesine bir siyasi tablo yaşanıyor.
İktidar “Al Sinan Ateş davasını ver Osman Kavala’yı” diyor…
Önce Saray’ın duyulmasını istediği şeyleri aktaran Abdulkadir Selvi’nin yazıları ile Osman Kavala meselesinde MHP’nin reaksiyonu ölçüldü. İstenilen sonuç alınamayınca, siyasi ayağına dokunulmayacağı görüşünün ağır bastığı Sinan Ateş davasında karar duruşmasının hemen öncesinde AKP’li Tuğrul Türkeş devreye sokuldu…
Türkeş, Türkiye’de hukukun içerisinde olduğu durumu Osman Kavala davasında yaşananları gerekçe göstererek ortaya koydu ve yargının bu görüntüsü yüzünden dışarıdan ancak yüksek faizle para geldiğini belirtti. Sonra da, “Milliyetçilik mi, al sana milliyetçilik” ifadelerini kullandı.
Tuğrul Türkeş bu konu için “Başbuğ’un oğlu” olma özelliğini taşıdığı, böylelikle MHP’nin duygusal iklimle daha kolay hizaya getirilebileceği düşüncesi ile seçildi ve sözlerinin tamamı MHP’ye mesajdı. Ama yine olmadı. MHP Selvi’ye gösterdiğinden daha sert bir tepkiyi Alparslan Türkeş’in oğluna gösterdi.
Peki şimdi ne olacak?
MHP’nin son Kavala tavrına rağmen umarım yanılırım ama Sinan Ateş davasının karar duruşmasında mahkemenin “siyasi ayağa dokunmama” pozisyonunda bir değişiklik olmayacak.
Ancak bu her şeyin bittiği anlamına gelmiyor. MHP’nin önümüzdeki süreçte yapılacak başka hamleler karşısında da stabil kalması, Sinan Ateş cinayetindeki bekletilen ek soruşturmayı devreye sokacak. İktidar cephesindeki yeni hamle seçeneği bu olarak bu öne çıkıyor…
Sizin anlayacağınız, ülkeyi derin bir ekonomik krize sürükleyen AKP, hem kendi içerisinde hem de ittifak içerisinde siyasi bir kriz yaşıyor.
AKP böylesine çıkmazlar içerisindeyken, siyasi muhalefet toplumsal muhalefetin erken seçim için kamuoyu baskısı oluşturmaya elverişli rüzgârını arkasına almayı daha nereye kadar bekleyecek?
Göstergelerin iktidar için seçim ekonomisine geçilmesine uygun hale gelene kadar mı?
Yerel seçim sonuçları araçsallaştırılmayacak da erken seçim için ne araç yapılacak?
Oysa iktidarın oyun planı o kadar açık ki.
Kendi istediği gündemle seçimi gitmek için saha düzenlemesi yapıyorlar…
Muhalefete bir tavsiye ile nihayete erdireyim yazımı; siyasette husumetlerin rekabete dönüşmesi, rekabetin husumete dönüşmesinden her zaman daha fazla kazanç sağlar…
Erdoğan hep bunu yaptı.
Şimdi ise vatandaşın iktidara karşı husumet yapılacak tonla derdi var!
Muhalefet, en başta da ana muhalefet elindeki imkânın farkında mı?